AYNALANMA İHTİYAÇLARI NEDİR?

KENDİLİK PSİKOLOJİSİ KURAMCISI HEİNZ KOHUT; her bebeğin acıkması ile ona meme verilmesi, ağlayınca kucağa alınması, sevilmesi önemsenmesi ile ilk libidinal enerjiyi ( sevgi, yaşam enerjisi) kendine yatırdığını söyler. Kendini dünyanın merkezinde, biricik, çok sevilen, dünyanın hayran olduğu şeklinde bir algısı vardır. Bakım veren nesneyi, anne ve memeyi kendi bedeninin bir uzantısı, parçası zanneder. Kaynaşmış ve iç içe geçmiştir. Kendini dünyadan, nesneden, farklı ve ayrı olarak algılayamaz. İsteklerinin ertelenmesi, her istediğinin her an tam ve mükemmel karşılanmaması, kaldırabileceği kadar yani ‘optimal düzeyde kırılmalar’ yaşadıkça, hayatın gerçekliğini algılamaya başlar. Maması geciktiğinde biraz sabredebilmeyi öğrenir, ihtiyaçlarının bazen geciktirildiğinde dayanabilme kapasitesi geliştirmeyi, kendini dünyanın merkezi gibi görmemeyi öğrenir. 0-3 yaş arasındaki dönemde yetersiz, aşırı veya ters aynalama ile büyütülmüşse, büyüdüğünde hayatın zorlukları ve yaşam evrelerinde sağlıklı bir yapı sergileyemez. Tüm dünyanın merkezini kendi olarak görür, büyüklenmeci bir yapı sergiler, insanları gerçekten algılayamaz, ilişkileri sorunlu olur, diğerleri onu iyi hissettirmek zorundaymış gibi hisseder, birinin selam vermemesi dahi ona ağır kırılma yaşatır. Olaylara durumlara adapte olabilmesi, esneklik ve dayanıklılık göstermesi, içtenlikle sevgiyle bağlanabilmesi, tutarlı ve kararlı olabilmesi bu dönemi nasıl yaşadığına bağlıdır.

 

Bu dönemde takılan biri diğerlerinin kendi kafasından geçeni, beklentisini algıladığını varsayar. Söylemek ve bildirmek istemez, seven kişinin onu algılaması gerektiğini düşünür. Bu dönemde takılmışsak, sevdiğimiz başkasını sever ve  bizden ayrılırsa ‘ ya benimdir, ya toprağın’ deyip, onu öldürmeyi bile normal görürüz, buna aklileştirme savunması ile namus meselesi diyebiliriz. Aldatmayı, yalanı kendimizde bir hak gibi görürüz. Beklentilerimizin karşılanmaması o yüzden 20-30 birim üzebilecekken, 100 birim etkilenme ile aşırı tepki gösteririz.

 

BİRİNCİL AYNALANMA İHTİYACI NEDİR?

Libidinal enerjiyi önce kendimize yüklüyoruz, kendimizle aşk yaşarcasına, bedenimize ve ruhumuza aşırı yatırım yapıyoruz. Çocukken en sevilen biz olmak istiyoruz, kardeşimiz, arkadaşımız, onların oyuncakları değil, tüm sevgi hep bize olsun istiyoruz. Sıraya girmek istemiyoruz, kural, kaide, sınır bizi sinirlendiriyor, hep haz olsun, hep bize olsun istiyoruz. Kolaydan, uğraşmadan, yorulmadan, beklemeden adeta bir cennette yaşamamız gerekiyormuş gibi hissediyoruz. Oysa dünya böyle değil, sıramızın gelmesini beklemek, yemekten sonra şeker yemek, oyuna alınmamak, oyuncaklarımızın kırılması gibi birçok kırılmalar yaşıyoruz. Bu kırılmalarla baş edebilme kapasitemizi nesnemizle ilişkimiz sırasında öğreniyoruz. Nesne doğru aynalıyorsa, dayanma kapasitesini, olaylara nasıl tepki vereceğimizi ondan öğreniyoruz, sonra bunları içselleştirip kendilik kapasitelerimiz olarak ömür boyu kullanıyoruz. Burada İkincil aynalanma İhtiyacımızın önemini anlıyoruz. Bu ihtiyaç yeterince ve doğru olarak karşılanmadıysa, ya kendini çok çok önemseyen ya da çok çok değersiz ve yetersiz hisseden bireyler oluyoruz. Kohut buna İKİ KUTUPLU KENDİLİK adını vermiş. Uçlarda oluyor ve duygu, düşünce ve davranışlarımızda dengeli olamıyoruz. Hastalık hastası olma (hipokondriasis), bazı OKB türleri, Panik ve Depresyonların temelinde bunların olacağı yönünde araştırmalar vardır.

 

İKİNCİL AYNALANMA İHTİYACI NEDİR?

Bakım veren nesneyi çok seviyoruz, görünce gözlerimiz parlıyor çünkü bizim her ihtiyacımızı karşılayan o. Sonra yavaş yavaş nesnemize yatırım yapmaya başlıyoruz. Kendimiz kadar nesnemizi de sevmeye başlıyoruz, sonuçta o da bize hizmet ediyor diye düşünüyoruz. Sonra bir bakıyoruz, kardeşimizi de seviyor, yeri geliyor başkalarına da önem veriyor, bu bizi kırıyor, üzüyor. Nesnemiz sağlıklı ise bizim bu duygularımızı anlıyor, sözleriyle davranışlarıyla bizi sakinleştiriyorsa, dengeli davranıyorsa, tutarlıysa onu kabullenmeye başlıyoruz, bunlar bizi üzmemeye başlıyor. Nesne bize optimal düzeyde, kaldırabileceğimiz kadar kırılma yaşatıyorsa, doğru aynalıyorsa, kırılsak da incinsek de onunla sağlıklı bir bağlanma yaşayıp, hayatın, kişilerin getirdiği zorluklara dayanabilme kapasitemizi geliştiriyoruz. Beni oyuna almadılar, oyuncağımı kırdılar, dövdüler diye nesnemize koştuğumuzda, bizi anlayan, yargılamayan, dinleyen, kıyaslamayan, şartsız seven, yeteneklerimizin kapasitemizin üstünde şeyler beklemeyen, doğru aynalayan birileri varsa karşımızda, ondan hayata uyum sağlamayı, kendimizi korumayı, zor anlarda sırtımızı yaslayacak bir ağacımız, kökenimiz olduğunu algılayarak kendilik kapasitelerimiz geliştiriyoruz. Bu bize ömür boyu yetecek kadar kendimizi yatıştırabilme, sorunları çözebilecek sakinlik ve dayanıklılık katıyor.

 

Nesnemiz doğru aynalama yapamayan sağlıklı olmayan yapıda ise, ömür boyu sevecek, bize destek olabilecek, kabul gösterebilecek nesneler arıyoruz, bir anne baba ararcasına, topluluklar, tarikatlar, dini veya milli cemaatler, takımlar, kuruluşlar, milliyetçilik, ırkçılık arayışlarında olarak çeşitli şemsiyeler altında olmaya çalışıyoruz. Kendimizi bir yere ait hissedebilmek uğruna, aklımızı, irademizi, malımızı, canımızı feda ederek yaşayabiliyoruz. Sosyal insanlar olarak bir ırka, milliyete, dine, topluluğa bağlı olabilme, iletişim içinde olabilme ihtiyacımız vardır. Burada belirtilen sorunlu olan durum, değerlilik, kabul görme, sevilme arzusu ile kendinden, ailesinden önde tutarak, hayatını başkalarını yönlendirmesi ile yaşamak, sağlıklı bir bağlılık (önceliği kendine ve ailesine verebilme) değildir, bağımlılıktır. Bağımlılık; örneğin uyuşturucu ise o her şeyden önce gelir, ekmek- sudan öncedir, zarar verse de kişi bırakamaz, kendini iyi hissetmek için oraya takılıdır, sorgulamaz, irdelemez, kendi kafasında en üst düzeyde dokunulmazları arasında bağnazca tutunmaktır. Bunu FÜZYON halinde olmak şeklinde tanımlarlar. Füzyonda olan kişinin kendi kafasında dış dünyadan çok ayrı bir düşünce sistemi vardır. Örneğin danışan kendine çok zarar veren, insan olarak değer vermeyen, duygusal istismar eden, sömüren bir insanla yaşıyordur, karşısındaki onu çıkarları için kullanıyordur, ama bu kişi kendi iç dünyasındaki değersizliği, sahip çıkılmamışlığı, yalnız kalma korkularını, tek başına yaşayamama korkularının çaresini bu kişi ile birlikte yaşamakta bulduğu için bu durumu, ilişkiyi sorgulamak çok ağır gelir, o füzyon, bir olma hali, onun dışına çıkmayı bile düşünmemek onun hayatta kalmasını sağlayan idare etmesine yol açan bir durumdur. Bir çok Panik atak veya Depresyon, kişilerin zihinlerindeki füzyonun tehlikeye uğraması veya yıkılması ile açığa çıkar. Kendini eşinin asla aldatmayacağına inandırmış olabilir. Onunla mutlu olduğu füzyonu onun kafasında yıllarca evliliğe ve her sıkıntıya boyun eğmesine yol açmıştır. Bunun kendi zihnindeki gibi olmadığını duymak, görmek füzyon halindeki kişi için çok ağırdır. Gerçek kendilik oluşması için bir çaba içine girmişse, yalnız kalabilme, kendi başına olabilme, karar alabilme gibi kapasiteleri geliştikçe görüntüdeki panik atak veya hastalık da kaybolacaktır.

untitled image

Bir yanıt yazın