Arafta Kalanlar

‘Ne onunla oluyor ne de onsuz’ derken gözlerinde çaresizliğin en koyu renkleri vardı. Sevginin yasak olduğu evlerden biriydi onun da büyüdüğü ev. Babası birini sevmiş, olmaz demiş büyükler, ‘o kızın ailesi çok zengin bizi ezerler’. Annesi olan kadın ise bunu bildiği için, o da istenmeyen olmanın acısıyla olan eziyeti yapmış.

Neyden kaçarsan o gelir bulur derler ya. Bu atasözünü anlamaya çözmeye çalışmayınca, inandıkça da ümitsizlik ve çaresizlik çöker. Kendini doğrulayan kehanet sonunda yaşanır.

Bilinçdışı mekanizmaları bilmeyen her şeyi kader zanneder demiş C. G. Jung.

Büyüdüğümüz evde birileri dış dünyadan, diğer insanlardan hep korktuysa bize de korkmayı öğretir. Devamlı eleştiri olduysa bir türlü kendimizden hoşnut olmayı öğrenemeyiz. Evdeki hava kasvet ise diğer insanların neşeli halleri dokunur, inandırıcı gelmez.

Biraz iyi hissedip rahatlasa, alt beyin sinyal verir, yani içini bir huzursuzluk kaplar, bunu yok etmek için annenin korkutucu yaklaşımını kendine yaşatır. Bunun en çok yaşanan örneği kişinin iyi hissedip seans sonrasında kendinde hayatında çok güzel şeyler olduğu halde tekrar eski depresif, mutsuz haline dönüş için yapılan her şeyden şüphe duymaya başlamasıdır.

Mizaç ilmi ile bakarsak ‘Sovdavî Mizaçlı’ olduklarına kanaat getiririz. Yemekle pek arası olmayan (bazılarında ise yeme bozukluğuna dönebilir, çok yeme – hiç yememe şeklinde), hassas, çok ince düşünceli, içe dönük bu kişiler genellikle ‘iyileşmekten korkarlar’. Hediye almaktan, birileriyle yakın olmaktan hoşlanmazlar. Kötü hissetmek onlara güvenli gelir. Sovda vücutta arttıkça; hüzün, endişe, kaygı artar, en çok bacaklar, ayaklar, kemikler ve dişlerde sıkıntılara yol açar. Bunların hepsi düzelebilir, yeter ki kişi mizacın ve her şeyin dengelenmesi için gerekeni yapsın, bunu kendine layık görebilsin. Yoksa zaten her yöntem bir yere kadar gider.

Çocukluk yılları anne veya babalarının depresif hallerine şahit olarak geçmiştir. Çok eskiden bilinçdışı çalışmalar yoktu, ilaçla tedavi alan ebeveynlerinin iyileşmediğini görünce onlar da çalışmaların faydasını gördükçe içlerini bir korku kaplar. Güvendikleri hocalar bu çalışmaların cin gibi varlıklarla yapıldığını söyleyince yıllarca annelerinden duydukları, cinlerden büyülerden ve başka insanlardan korkulması gerekliliği hemen devreye girer. Kendilerine iyi geldiğini gördükleri halde devam etmez ve gittikçe şikayetlerin arttığını görürler. Bazıları da ben ilaçsız yaşayamam deyip ebeveynlerine sadık kalırlar.

Bilinçdışımızda atalar seviyesi çok önemlidir. Mantıklı olmayan bağlantılar kurar alt beyin. Mantık yürütemediğimiz ilk çocukluk yıllarında anne babamıza itaat edip onları geçmememiz gerektiği bize öğretilir. ‘Sen yeterince iyi değilsin, iyi olmayı, gözde olmayı başkaları hak ediyor’ kök inançları çok iyi kök salmıştır.

Annemiz ‘ ben hastayım, ilaç kullanıyorum, benden korkun, üstüme gelmeyin’ mesajını vermiştir. Biz de iyi olmaya gayret ettikçe annemi, acı çekmiş atalarımı geçerse cezalandırılırım, acı benim kaderim diye içten içe bizi esir alır.

Esareti zihin haritamız bizi güvende tutmak için yapar. Karar bizim, ya esaretle, başkalarını kötüleyerek geçici rahatlamalar yaşayacağız. Ya da kendimizde olanları çözüp kendimizden ve yaratılandan hoşnut olmayı seçeceğiz. Yaradan bize bunu mümkün kılmış, kullar çok zalim olabiliyor, onlara inanırsak Yaradan da bize zalim gelir…

 

Bir yanıt yazın