Babam Gibi Olsaydı

‘Kızlar babaları gibi erkekleri eş olarak seçer’ diyenler var. Bu bir efsane mi? Kendini doğrulayan kehanet mi? Kader mi? Seçim mi?

En çok duyduğum ‘bizim evde böyle değildi, bunların ailesi bir garip’ diyerek eleştirerek, küçümseyerek usanmışlıkla anlatılan evlilikler.

Başta nasıldı diye baktıklarında, ya fark etmediklerini, ya çok da sorun olmayacağını düşündüklerini, ya da bile bile içim tam ikna olmasa da başladık, kader olunca basireti bağlanırmış diyorlar.

Kader dediğimiz aslında bizim bir şeyle sağlıklı baş etmeyi öğrenmemiz, bilinçli olmamız için yaşatılan ise?

Bu yüzden farklı kişilerle aynı döngüyü tekrar yaşayarak kendimizi geliştirmemiz isteniyorsa?

Geçemediğimiz bir dersi seneye başka hocadan tekrar almak gibi ise?

Kader dediğimiz alt beyinde anne babamızın yaşadığı acıları kaydedip aynısını yaşama mecburiyetine inanmak ve onu yaşamak ise?

Hep söylenen ya da mutsuz olan annemizi modelleyip, onun gibi üzgün ve bıkkın olarak ona saygımızı, sevgimizi onun gibi hissederek yaşayarak göstermekse?

Ya ruhlar aleminde o kişi ile bir hesaplaşmamız yüzünden tekrar onunla bir şeyler yaşıyorsak?

Ya da babamız bizim bir dediğimizi iki etmeyerek, kendine çektirilen acıları bize yaşatmayarak, kendini sevilmek için harcarken bizi de harcıyorsa?

Evdeki gerçeklik ile dış dünyadaki gerçeklik bir birine tezat olunca sistem yıkılıyor.

Evde pamuklara sarılan kız, erkeklerin bunu yapmasını bir borç biliyor. Bunu yapan bir eş buluyor, önce her şey harika, sonra ‘hayır’ sözcüğünü duydukça bir savaş başlıyor. Haklılık ve hak ediyorum duygusu dengede ise anlayış ve iki yetişkin ilişkisi doğuyor. Uçlarda bir haklılık ise, kadın evde avutulan küçük kız gibi afra tafralarla erkeği baba rolüne sokuyor. Erkek onun suyuna gittikçe, sorun çıkmasın dedikçe kopuyor evlilikten. Kadın elde ettiği haklardan dolayı memnun olur mu? Görünürde memnunmuş gibi olan da var, isteyerek yapmıyor diye hem her şeyi isteme hakkında direten, hem de içten sevgiyle yapılmasını bekleme tarafında ise burada kendini fark etmesi zorlaşıyor.

Çünkü kafasında her zaman severek, söylenmeden, hep verici olan baba referansı var. İyi eş böyle olmalı diye kodlamış. Yoksa değer vermiyor, sevmiyor diye kendini de eşini de mutsuz ediyor.

Babam gibi bulduğum erkekler, çok mutlu oluyoruz ama uzun sürmüyor. Bir şey buluyorum, bir kusuru oluyor, batıyor bana, devam edince sıkılıyorum, sonra yeniden başka biri, derken gözlerinde gizli bir haz sevinci görüyorum.

Sonra biraz daha kendilerini anlamaya yönelebilenler, dışarıda değil de kendinde olanı fark etme cesaretinde olanlar gizlediklerini de anlatıyorlar.

O ışıltılı, hediyeli, coşkulu, gezmeli tozmalı, aşkın taze hallerine aşığım. Sevilmeyi seviyorum, ben aslında onu sevemiyorum. Sonra sıkılıyorum bundan. Sanki o çiçekteki bal bitmiş gibi, artık tadı yok gibi. Uyuşturucu gibi bir bağımlılık benimki, yeni biri ve heyecan, ilk zamanların güzelliği ilkbahar gibi çok iyi geliyor. Sonra yaz, sonra kış gibi duygularım bitiyor.

Bazıları bunları fark ettikçe çok utanıp bir daha gelmeden ortadan kayboluyor. Umarım sonrasında takılıp kalmıyorlardır.

Bazıları ise sevmenin nasıl bir şey olduğunu hissetmeye başlıyor. Bunu aşkın bitmesi olarak tanımlamaktan çıkıyor. Mevsimler gibi aşkın hallerinin normal olduğunu idrak ediyor. Coşku, hediyeler, o ilk cicim ayları geçince aşkın gerçek sevgiye dönüşmesinin de normalliğini yaşamaya başlıyor. Babasının ona İYİLİK ve SEVGi adına bilmeden verdiği zararı fark ediyor. Eşinin, partnerin ona babalık değil eşlik rolünün onu sevmemek, değer vermemek anlamına gelmediğine alışıyor. Kendini ve ötekini gerçekten sevmeyi yaşamanın nasıl bir his olduğunu biliyor ve yaşıyor, o zaman çiçekten çiçeğe, böcekten böceğe kaçmak zorunda kalmıyor.

 

Bir yanıt yazın