KABUL ETMEK PSİKOLOJİDE NE ANLAMA GELİR?

Kabul etmek sözcüğünün kelime anlamı; onaylamak, razı gelmek, itiraz etmemek, mücadeleden vazgeçmeye hazır olmak gibi farklı haller içerir.

Psikolojide ise kabul etmek bu anlamları İÇERMEZ. Bu sebeple kişiler, bunu kabul etmelisin dendiği zaman öfkelenirler, kızarlar, üzülürler. Çünkü onlar kendilerini ifade etmeyi isterken, haksız görüldüklerini, acılarını unutup yutmaları gerektiğini, üstünü kapatıp olmamış gibi davranmaları gerektiğini, tüm yanlışlıklara susmaları gerektiğini, mücadeleden vazgeçip boyun eğmek zorunda kalacaklarını, başkalarının emri altında yaşamayı kabul edeceklerini, sevilmediklerini, köle veya robot gibi olmalarının gerektiğini, yenilmek ve aşağılanmak durumunda kaldıklarını hissedebilirler.

 

Bunu bir örnekle anlamaya çalışalım; bir kaza oldu ve çocuğunuzun elindeki bardak düşüp kırıldı diyelim ki. Onu dikkatsizlikle, sakarlıkla suçlamak, bağırmak, azarlamak, cezalandırmak tepkisel bir yaklaşımdır. Bize de böyle yapılmışsa otomatik olarak bunları gösteririz. Ancak sadece öfkemizi biraz olsun yatıştırırız. Çocukta suçlu, yetersiz, değersiz ve sakar olduğuna inanan bir ‘kendilik algısı’ oluşur. Bu kendilik algısı sebebiyle neye el atsa her an hata yapmaya hazırdır, zaten kendini doğrulayan kehanet gibi bilinçaltı onun kendini sabote etmesine yol açacak kazaları ona yaşatır. İnsanlara karşı da ‘insanlar beni sevemez, değer veremez, hata yaparsam mahvolurum onların gözünde’ şeklinde ‘nesne algısı’ oluşturur. Korkak ve nefret dolu olmaya başlayabilir, kendini ve insanları yürekten sevemez, ‘mış gibi’ davranır, çünkü derinlerde hep korku hisseder. Bazı insanlar da çocukken bunu yaşadıysa devamlı insanlara hata yapmamaya aşırı gayret gösteren, kaygılı, depresif, mükemmeliyetçi, sevilmek, değerli görülmek için hep kendinden fedakarlıkta bulunan çok uyumlu görünen kişiler olurlar. Onların da derinlerinde sevilmediklerine, yeterli görülmediklerine dair inançları vardır.

 
 

Bu olaya KABUL EDEREK yaklaşmak nasıl olur? Hiçbir şey olmamış gibi davranmadan. Suçlu aramadan, haklı mı haksız mı diye bakmadan, öfke veya aşırı koruma gibi DUYGULAR KATMADAN, neden oldu bu diye şikayet etmeden OLAYA, DURUMA SAKİNLİKLE YAKLAŞMAK KABUL İÇİNDE OLMAKTIR. Cam kırıkları nereye kadar gitti, çocuğun elinde cam var mı, kendine bir şey oldu mu, ayağında terlik var mı, çocuğu kenara alıp bunları şimdi nasıl temizleyebilirim diye olayı GÖZLEMLİYORUZ, ÇÖZÜM İÇİN EYLEM PLANI YAPIYORUZ VE İŞE KOYULUYORUZ. Sonra işimiz bitince, çocuğumuzla konuşuyoruz, eliyle yağlı bir yiyecek tuttu da elinden mi kaydı bardak, ayağı mı takıldı, bizim dikkatimizi çekmek için mi yaptı, kardeşine veya birine kızdı da öfkeyle mi attı, her ne ise sebebi anlamaya çalışıyoruz ve onun bundan bir şey öğrenebilmesi için konuşuyoruz.

 
 

Psikolojide ‘kabul etmek, kabulde olmak’ duygu yükü ile olaya ve insanlara dalmamaktır. Duygulara KAPILMAK, çoğu zaman yanlış yapmamızı sağlar. Duygularımızı yönetebilmek, sakince olan biteni, sebep ve sonuç ilişkilerini kurabilmek, olayın çözümüne odaklanmak, neyin neden olduğunu kavrayabilmek, farkında olabilmek bize hayatta hep güzel gelişmeleri, anlayışı, sevgiyi getirecektir. Sevginin ve ışığın olduğu yerde zaten karanlık olmayacak, dönüştüren güzel enerjilerle frekansımız yükselecektir. Biz değişince yaşadığımız olaylar da değişecektir.

Neden bunu yapamıyoruz? Neden kabulde olmak bize bu kadar zor geliyor? İnsan yemek yiyince, su içince, barınacak bir yer bulunca yaşar zannediyoruz. Birinci Dünya Savaşı sonrası yetiştirme yurtlarında yapılan bir araştırmada, yeterli sayıda hemşire olmadığı için birçok bebeğe mama verildiği, bakımları yapıldığı halde birebir iletişim sağlanamadı. Bu bebeklerin bir süre sonra öldükleri görüldü. Çünkü BAĞLANMA ve iletişim ihtiyaçları sağlanmadığı için önce beyin gelişimleri durdu ve yaşamları sona erdi.

İnsanoğlu için en temel psikolojik ihtiyaçlardan biri; diğer insanlarla iletişim içinde olmaktır. İletişim ya sağlıklı olur, ya da sağlıksız. Sağlıksız da olsa bir iletişim, bağlantımız olsun diye bilinçdışı bir dürtümüz vardır. Yani sağlıksız iletişim kurmayı öğrenerek BAĞLANMAYI öğrenmişizdir. Sakin ve sevilen bir çocuk olamasam da kaza olursa, hasta olursam, sorunlu olursam, kendime yetemeyen ve birilerinin yardımına muhtaç olan olursam, yaramazlık yaparak dikkat çekiyorsam o zaman benim varlığım görülür ve ben insanlarla iletişim kurabiliyorum, o zaman eldeki bu malzemeyi bırakma der bilinçdışı.

 

Birinin yaptığını unutmaması, kafasında o kişiye öfke ve nefret de olsa bir duygu beslemesi, kızgınlığı, kırgınlığı, acıyı zihninde tutarken o kişi ile bağlantıda olduğunu, yalnız kalmadığını, terk edilmediğini, KÖTÜ DE OLSA BİR İLETİŞİM içinde olduğunu varsayar bilinçaltı. O sebeple, kabul edelim, affedelim, halledelim, hazmedelim bu olan her şeyi, kötü duygularımızı gönderelim deyince o insana bu hakaret gibi gelir. Ben haksız mıyım, onları onaylayacak mıyım, yapılan her şey, .o çektiğim acılar boşuna mıydı, ya benim çektiklerim ne olacak diye kişi boşluk ve hiçlik yaşamaktan korkar aslında. Bölme savunması ile yaşıyorsak boşluğa dayanabilme kapasitemiz, kendi duygularımızı anlayabilme, yatıştırabilme yeteneğimiz gelişememiştir. Çünkü ebeveynlerimiz anlayışla yaklaşıp anlamadıkları için, kızıp yargıladıkları için, kendimizi ve başkalarını anlamayı, sevmeyi bilemiyoruz Keskin sirke küpüne zarar misali, içimizdeki o kızgınlığın nefretin bize neler ettiğini, bedeni, ruhu nasıl hasta ettiğini bilsek belki kabulde olmayı seçebiliriz

 

Kabul etmek; duygulara esir olmadan gözlemlemek, sebep-sonuç ilişkilerini kurmak, sorunu nasıl çözeceğimize odaklanmak, haklı-haksız, suçlu-suçsuz, yenmek- yenilmek arayışına girmeden, farkındalıkla bu tutumlarımızın bize neler getirdiğini, götürdüğünü görebilmek, kendimizin ve bütünün en yüksek hayrına olanı hayatımıza katabilmek. Olumsuz duygu ve düşüncelerden arınabilmektir. Ancak olumsuz duygu ve düşüncelerden arınırsak içimizde güzel ve işlevsel olana yer açılacaktır.

untitled image

Bir yanıt yazın