KİLO ALMA VERMENİN ARDINDAKİ GİZLİ SEBEPLER 02

PSİKODİNAMİK AÇIDAN bakarsak, NESNE İLİŞKİLERİMİZDE YEME İÇMENİN ÖNEMİ bu günkü alışkanlıklarımızı belirler. Büyürken iletişimde olduğumuz kişilere NESNE diyoruz, onların bizim iç dünyamızda yansımalarının kaydedildiği dosya NESNE TASARIMI dosyamızdır. Burada kişilerin yemekle ilişkileri nasılsa, bizimle ilişkisine göre kategorize ederiz. Çok sevdiğimiz annemiz iştahla yemek yiyorsa, tatlı yerken bizimle en güzel sohbetleri yapıyorsa, o yemek sırasında her tür duygularımız doyuruluyorsa, yemek yakınlık, paylaşım, sevilmek ile birleştirilir ve yemek hayati önem taşır hayatımızda. KENDİLİK TASARIMI dosyamızda ‘sevdiklerimle rahatça yiyorsam, ben değerliyim, seviliyorum, anlaşılıyorum’ diyerek bunu hayati bir fonksiyon olarak tutacaktır. Büyüdüğümüzde doktor ‘artık az yemeniz ve kilo vermeniz lazım’ deyince sistemimiz bize ‘sen öl o zaman, sevilme, değerli olma, kimseyle yakın olma, paylaşma, hayattan zevk alma diyor bu’ şeklinde engellenme ve bunalma hissi verir. Hangi yöntemi uygularsak uygulayalım, ya geçici olarak kilo verir sonra tekrar alırız, ya da kilo verir ama depresyona girer, başka sorunlar yaşamaya başlarız. Sevmediğimiz kişiler yeme konusunda kontrollü ise yeme davranışımızı kontrol etmek sevmediğimiz, başaramıyorum sandığımız aslında istemediğimiz bir durum olacaktır, çünkü o kişi gibi olmamak için sistem bizi engeller. Beynimiz bağlantılar kurarak çalışır, sevdiğimiz insanlar ve davranış tarzı bir yanda, sevmediğimiz insanlar, olaylar ve duygular bir yanda olmak üzere bizi bölme savunması ile kötü hissetmekten korumaya yöneliktir. Bunlar psikoterapide incelenir, kişi bunlarla kendini nasıl organize ettiğini, beynin çalışma prensiplerini ve kendini anlamaya başlar, sonra durumla ilgili bu farkındalıklar onu ilerlemeye götürür.

Psikodinamik yaklaşım; yemek yemenin hayatta tutmak, canlılığın devamı için gereken bir davranış olmasından yola çıkarak, hayati tehlike hissettiğimiz anlarda, sevdiklerimizi kaybettiğimiz zamanlarda üstesinden gelebilmemiz için yemeye yöneldiğimizi anlatır. Bir acı ile baş etmemizin yolunun yemekten geçtiğini fark etmeden yaşıyor olabiliriz. Bir kişiyi kaybetmek gibi, işimizi, sağlığımızı, evimizi, değerli olduğumuz bir durumu kaybetmek de aynı davranışlara yöneltebilir. Taşınma, yer ve iş değişikliği, bildiğimiz hayat standartlarının değişimi de bu kapsamdadır. Bu korkuların, acıların, kayıpların, endişelerin, kayıpla ilgili yas döneminin halledilmesi; psikoterapide kişinin bunlarla konuşarak yüzleşmesini, hazmedip halletmesini sağlamak yeme davranışlarını dengeleyebilecektir.

Yine bu bakış açısından; yaşadığımız travmalarla baş etmekte zorlandığımızda yemek yemeye yönelmek, tatlı yemek acıya karşı savunmamız olabilir. Derindeki düzelince yüzeydeki davranış zaten dengelenecektir. Travma; çok büyük acı demek değildir, bazen savunmasız bir anımızda hiç beklemediğimiz davranışlara maruz kalmak da travma olabilir. Toplumumuzda çok normal sandığımız gelenek, görenek adı altındaki birçok söz, davranış saldırı ve yok edici niteliği ile travmadır.

Kültürümüz ‘cemaat toplumu’ ve ‘cemiyet toplumu’ arasında kalarak gelişimini henüz tamamlayamadığı için bireyler de aynı şekilde gelgitler yaşıyor. Ne demek Cemaat toplumu? Tarım toplumunda birlik içinde hareket etmek, imece usulü işlerin üstesinden gelmek, çocukların sayısının çok olması ile tarlada çalışacak gücün sağlanması, kabilenin, sülalenin, sayıca çokluğun güvenlik ve hayatta kalma anlamına geldiği zamanlarda, kişiler bağlı olduğu toplumun dışına çıkmamak üzere yetiştirilir. Bu sebeple ‘sürüden ayrılanı kurt kapar’ tabiri ile KORKU aşılanır çok küçük yaşlardan itibaren. Korku kültüründe duygular, farklı düşünceler tehlikeli sayılır, İTAAT huzurun bozulmaması için gereken en önemli şarttır. İnsanları yönetmek için tarım toplumu dünyasında bu sebeple çok eski çağlardan beri insanları yönetmenin ve bu güvenliği sağlamanın en etkili yollarından birinin DİN ve ALLAH algısının kullanılması olmuştur. Hristiyanlık, İslam ve bir çok din gelenek ve görenekleri korumak adına, kendi korkularımızın üstesinden gelmek adına ayetleri, hadisleri taraflı bakarak, seçici algılama ile insanları yönetmek için kullanmıştır. Öyle bir çelişkidir ki, neyi nasıl görmek istiyorsak, neyi öğrenmişsek ve bize kolay gelen ne ise, maddi manevi çıkarlarımız için tüm kutsal kitaplarda olan ‘OKU, ANLAMAZ MISINIZ, FARK ETMEZ MİSİNİZ, BİLMEZ MİSİNİZ, DÜŞÜNMEZ MİSİNİZ’ ikazlarını, sözcüklerini görmezden gelmişizdir.. Bunu sadece açıp kitap okumak, bazen bildiğini okumak, ezbere duaları çok tekrarlamak zannetmişiz. BUNUN YEME PROBLEMİNE YANSIMALARINI BİRAZDAN BAĞLAYACAĞIM.

Cemiyet toplumu; bireyin sorgulamasına, araştırmasına, farklı düşünmesine, yenilikçi yaklaşımlarla üretmesine imkan veren ‘sanayileşme, makineleşme çağına’ girmekle oluşmaya başladı. Bireyin kendi olması, ezberlerin bozulması, başkalarıyla birleşip kaynaşma ile güvende olmaktan ziyade korkuları anlayıp, korkunun esiri olmadan, başkalarının, toplumun esiri olmadan yaşamanın ön plana çıkmasını başlattı. Bilim, teknoloji, anlamak, araştırmak, gelişmek, çare ve çözüme odaklanmak hayatı geliştirirken, biraz dengeyi kaybettiğimizde ise insanın kendine yabancılaşması, duygusal yalnızlık ve intiharların bu sebeple çoğaldığına da şahit olmuşuzdur. Her şeyin fazlası zehirdir prensibi burada yine önemini ortaya çıkarmıştır. Özet olarak denge olursa bireyleşmek ilaç gibidir. Birey olmak; toplumdan soyutlanmak, sonsuz özgür olmak, hiçbir topluluğa katılmamak yalnız yaşamak anlamına geliyor bazılarına, bu korkutulduğumuz için ortaya çıkan bir yansıtmamız. Sağlıklı birey; bir topluluğa, ailesine, arkadaşına, yeri geldiğinde yakın olabilen, bağlanabilen, bağımlı olmayan, yeri geldiğinde de yalnız kalabilen, kendiyle olduğunda sıkılmayan, kendini aktive edip bir şeyi başlatabilen, devam ettirebilen, sonlanma acısına dayanabilen, duygusunu kendini anlayabilen, acı veren duygularını yaşayabilen, yas tutabilen sonra hayata tekrar tutunabilen kapasiteye sahip olan bireydir. Birey olmadığında acıyı yatıştırmanın yolu YEMEK olabiliyor. Bu sebeple gelişmemiz, dönüşmemiz önemli. Toplum ve birey olarak cemiyet toplumu olabilmemiz denge üzere, hem köklerini bilen, köklerin artık işlevsiz özelliklerini bırakabilen olmalıyız.

Cemaat toplumunda gelenek ve görenekler öyle putlaşmıştır ki ‘biz atalarımızdan böyle gördük’ kolaycılığına kaçarız. Duyguları gösterebilen, anlayabilen, sevebilen, sevdiğini çocuğuna eşine gösterebilen olmaktan korkarız. Çocuk sevdiğini bilirse şımarır, kadın veya adam bilirse ‘çantada keklik görür’ başkasına bakar, ezer, değer vermez diyerek atasözleri bile oluştururuz, ‘kocanın iki yakası bir araya gelmesin, eli para görürse karıya kıza bakar’ diyerek hep sorun çıkararak ilişkiyi ayakta tuttuğumuzu bile fark etmeyiz. Dayak cennetten çıkmış diyerek baskıyı, şiddetin her halini, ‘hem sever hem döver’ mantığına bürüyerek, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ diyerek öfke ve saldırganlık dürtülerimizi sergilemenin geçici rahatlığını yaşadık. Oysa rüzgar ektik ve fırtına biçeceğimiz günleri göz ardı ettik. Sonra çocuklar büyüdükçe isyanlar, evden kaçmaları ‘hayırsız evlat’ sitemleriyle hatalarımızı görmezden gelmeye çalıştık. Karımıza yaptığımız baskılar sonucu yaşlandığımızda ‘kurt kocayınca kuzunun maskarası olurmuş’ diyerek yine neye nasıl yol açtığımızı anlamadık. TÜM BUNLAR YEMEK YİYEREK TRAVMADAN KURTULMAYA ÇALIŞAN BİNLERCE İNSANIN KİLO ALARAK YENİ TRAVMALAR YAŞAMASINA YOL AÇTI.

Cemaat toplumundaki göreneklerden biri de cinselliğin anlatılmayan, konuşulmayan, kötü, günah, gizli, yasak görülüp doğru bilgilerin öğretilmemesi. O kadar konuşulmaz ki, konuşulmaması, merak edilmemesi veya sorulmaması gerektiği zaten konuşulmadan bilinir. Bekar olanların merak etmesi ayıplanır, bir gün evlenince öğrenirsin. Zamanı ve yaşı geldiği halde merak edilen yargılanır, suçlanır cezalandırılır böylece, bazen de şiddetle karşılanır. Sonra evlenince bunlar hiç yaşanmamış gibi, travmayı halledememiş kişiden tamamen sağlıklı bir insan gibi eşiyle yakın, sağlıklı, sevgi dolu ve coşkulu cinsel hayat deneyimi beklenir. Vajinismus yaşanması, aşırı kilolu olduğu için evlenememesinin bunlarla hiç alakalı görülmemesi başka bir tezahür. Bundan daha vahim olanı nedir biliyor musunuz? Annenin babanın kızına cinsel içerikli küfürlerle saldırması, sonra o kızın kocası ile yaşadığı tüm cinsel sorunların kendilerinden kaynaklandığını asla kabul etmemeleri. Abisi veya babası kızına cinsel taciz veya tecavüz yaşattığında abla veya annelerin korkudan ses çıkaramaması, görmezden gelmesi. Kızın evleneceği kişi akraba olsun da mal dışarı gitmesin, tanıdığımız aile olsun da eller bize sıkıntı çıkarmasın, kız ne bilecek ‘ ya davulcuya varır, ya zurnacıya’ diyerek fikrinin, düşüncesinin bile sorulmaması. Berdel için yapılan evlilikler, başlık parası için satılan kızlar, bütün bu travmalar kadınları en çok yeme içme ve kilo alma bağımlılığına götürüyor. Böyle bir hayatı yaşamak istemeyen iştahsızım, kilo alamıyorum diye yakınırken bilinçaltının ölmesini istediğini bile fark edemiyor. Yada cinsel bir obje olmamak, bir daha taciz ve tecavüz yaşamamak için vücudu kilo alarak çirkinleşsin ve erkekler yanaşmasın diye nasıl bir savunma ortaya çıktığını görmek istemiyoruz.

Öyle kadınlarla konuştum ki; daha 14 yaşında beyaz bir elbise giydirilmiş, düğüne gidiyoruz demişler, orada babası yaşındaki adamı gösterip ‘o artık senin kocan’ demişler. Kocaya itaati Allah’a itaat olarak belirleyip, onu memnun edeceksin yoksa sabaha kadar melekler sana lanet eder diye korkutmuşlar. Susmalı, mükemmel gelinlik yapmalı, çocuk doğurmalı, her işe yetişmeli derken insan olmaya çalışan sistem bir sürü sinyal vermiş. Adına hastalık demişler; bayılmaya başlamış olur olmadık yerde, istemsiz ağlamalar olmuş bazılarında, bazılarında temizlik takıntıları, guatr demişler çünkü ‘ifade etmesi yasak’ demek de yasakmış. Bir daha hamile kalmamak için rahim kendini myom, kist, hastalık üreterek savunmaya almış, aileden geliyor genetik deyip geçmişler. Cinsellik yüzünden aşağılandıkça, yetersiz görüldükçe, duyguları yerle bir edildikçe artık rahim kendini yok etmeye başlamış, rahimi almışlar, kadın olmaktan ne kadar vazgeçtiğini anlatmaya çalışmış beden ve ruh. Hastalık; beden ve ruhun anlattığı şeyi anlamamız, o travmaları çözmemiz için ortaya çıkar. Biz onu anlamaya çalışmazsak da kendini yok ederek, öfkeyi acıyı gidermenin başka hastalıklarla ortaya çıktığını görürüz. Yiyerek, sigara ve alkol bağımlısı olarak, aşırı kilo alarak sistem kendini imha etmeye çalışır, bizim onu duymamızı dinlememizi, acımızla baş edebilecek güce ulaşmamızı yani GERÇEK KENDİLİK sahibi olmamızı ister.

Benim böyle bir yaşantım olmadı, ben neden yeme veya oral dönem takıntılıyım, diyorsanız bir daha düşünün. ‘Dedesi koruk çalmış torunun dişi kamaşmış’ veya ‘çoluk çocuğundan çıksın’ diyerek anlatılan kollektif bilinçdışı dediğimiz, atalarımızın yaşadığı ama bize anlatılmayan, atalarımızın yaşadığı tacizler, tecavüzler, yok edilme halleri, genetik kodlarla bize geçmiş ve hastalık olarak görünen ne kadar travmalarımız var biliyor musunuz? Bataklığı kurutmadan sineklerle mücadele etmenin bir anlamı olur mu? O sinekler bir süre sonra tekrar ortaya çıkar ve siz daha başka yöntemlerle kilo vermeye, hatta kilo vermediğiniz için ölüme götüren başka hastalıklarla uğraşmaya enerji harcayabilirsiniz.

Varlığımızın tüm boyutlarında, hangi zamanlardan ve kimlerden gelmiş ne kadar hastalık olarak görünen veya görünmeyen bekleyen travmalarımızın en güzel ve sağlam şekilde çözülebilmesi dileği ve duasıyla….

 

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Exit mobile version