RUHSAL GELİŞİMİN 2. EVRESİ

Psikoterapi ve danışmanlık çalışmalarında genellikle bu ikinci evrede takılma yaşayanlarla çalışıyoruz. Bu, ayrışma bireyleşme yaşayabilmemizi sağlayan ‘salınım’ evresidir. Margaret Mahler, bebeklerle yaptığı yıllarca süren çalışmalar sonunda, 0-4 ay arasında bebeğin anne ile kendisini bir bedenmiş gibi algıladığını ifade etmiş. Bebeğin 4. ve 6.aydan sonra ‘ayrışma- bireyleşme evresi’ olarak adlandırdığı evredeki davranışlara bakınca bunun 4 ayrı aşamada gerçekleştiğini bulmuş. Bu alt evreleri; ‘farklılaşma, alıştırma, yeniden yakınlaşma, birey olmanın ve nesne sürekliliğinin pekişmesi’ başlıkları ile açıklamış. Ne oluyor bu evrelerde, biz bunlardaki takılmaları yetişkin olunca hangi sorunlar şeklinde nasıl yaşıyoruz?

 
 

Farklılaşma alt evresinde; bebeğin emeklemeye çalışması, tırmanması, bir yerden tutunarak ayakta durma çabası olarak kendisinin annesinden ayrı bir beden olduğunu algılama halini görüyoruz. İstemediği yemeği tükürdüğünü, başını çevirdiğini, uyumaya direndiğini, yemeği yerken kaşığı tutma çabası olarak da görülebilir. Bu dönemde sağlıklı davranış; tamamen bizim istediğimiz şekilde uyumasını, yemesini, hareket etmesini sağlamak yerine izin vererek, kollayarak yanında olmak. İstediğimiz miktarda yemeye, istediğimiz anda uyumaya, istemediğimiz şekilde hareketlerine engel olmaya zorlarsak onu İŞGAL etmiş oluyoruz. Ruhuna ve bedenine yaptığımız müdahaleler önce hoşuna gitmese de zamanla buna uyum sağlayabilir, susan ve hep itaat eden ya da devamlı inatlaşan huzursuz bir bebek olacaktır. Büyüdüğünde ise, yapacağı veya düşüneceği her şey için başkalarından onay bekleyen, itaat eden, güvensiz ya da aşırı güvenli görünen aksini ve tersini yapma tarzını benimseyen biri olabilir. Kendilik gelişimi; beslenme, uyku, hareket etme davranışları sırasında bebek ve nesne arasında neler oluyorsa ona göre şekilleniyor.

 

Alıştırma alt evresinde; serbest ve dik durabilme, desteksiz durabilme ve adımlar atabilme hareketleri artar. İzin verildikçe yürüme çabalarına girer, düştüğünde tepkimize bakar. Nesne bebeğe izin veren, kendince keşifler yapmasını hoş karşılayansa dünya ve hayat onun için keşfedilecek maceralar ve umutlar, heyecanlar anlamına gelir. Nesne onun düşmelerinde hem yanında, hem destekleyense, insanlara güvenebilme potansiyeli de gelişir. Başına bir şey gelecek ‘bu çocuk hiç tehlike bilmiyor’ diye hiç yalnız bırakılmayan ve devamlı korunup kollanan, düşmesine kendi başına kalkmasına fırsat verilmeyen bazı bebekler ise başkalarının varlığına ve birilerinin onun adına zorluklara karşı set olacağına duyduğu aşırı güvenle hayatta büyük hayal kırıklıklarına maruz kalabilenlerdir. Bebekken aşırı hareketli olduğu için beline bir ip bağlanmış, düşmemesi için bakıcının devamlı onunla her an birlikte olması sağlanmış bireyin yetişkinlik hayatında büyük riskli yatırımlar, hesapsızca girişilen işler sonucu iflaslar sonucu yaşadığı depresyonun ardına bakınca bu davranışlar bulunabiliyor. Bu kişi gençlik çağında başı her derde girdiğinde babasının üst düzey tanıdıkları sayesinde başı beladan kurtarılmış olabiliyor. Büyük paralar kaybetse de ailenin en sevilen, aşırı korunan ve kimsenin kıyamadığı göz bebeği olması onun ‘kendilik algısı’ ve dünyada hiçbir nesnenin ona kıyamayacağı şeklinde düşüncelere sahip olabiliyor. Ne zaman ki yasalar ve dış gerçekliğe aykırı, kimsenin onu hoş görmediği durumlarla karşılaşır, o anda o kendi bildiği dünyadan çıkmış ve anlam veremez olur. Bunlar kendilik ve nesne algısına dair ona öğretilen dünyaya ait ‘iç gerçekliği’ bilgilerine uymadığında psikolojik sorunlar ortaya çıkabiliyor. 

 

Alıştırma evresinde İşgal, aşırı şekil verme korkutmalarla da yapılabiliyor. Örneğin eskiden sobaya gitmesin diye korkutulan bebeklerin daha gözü kara ve sonunda yanık kazası yaşadığı görülmüştür. Bebeğin sıcak ve yanma nedir diye algılayabilmesi sağlanmalıdır. Bu sebeple sağlıklı nesnenin, çay içerken bardağın yarısına geldiğinde bebeğin eline sıcak bardağı dokundurup, ‘uff bu sıcak’ diye öğrettiklerini, kucaklarında sobaya yaklaştırıp o ısıyı algılamalarını sağlamak aşamalı öğretmeye çok güzel bir örnektir. İşgal etmemek adına istediği kadar mama yemesine izin vermek, bebek nesne arasında inatlaşma olmadığında yemek alışkanlığının da normal seviyede devam etmesini sağlayacaktır. Aç kaldı, doymadı diye düşündükçe ve ısrarla tabak elimizde peşinden gittikçe bebeğin yeme davranışları kısır döngü şeklinde giderek bozulur ve gerçekten yemeyi reddetmeye başlar. Bu bebekler büyüdüklerinde bir şeye üzülseler, yemez içmezler ve birinin onların peşinden koşmasını beklerler. Sevgilisi, eşi ile kavga edip, yemek yemedim günlerdir, umurunda bile değil böyle bir adam işte deyip kendi bebeklik döneminde yerleşmiş olan algı ve iç gerçekliği anlatırlar. Onların bilinçaltı kendilerini bir başkasının düşünmesi ve onu koruyup kendisi için iyi ve değerli olanı bir başkasının yaşatması gerektiğine odaklıdır. Bu ‘dış odaklılık’ zaten ilişkileri en başta hoş sanılan büyük çıkmazlara götürür. En tehlikeli olanı ise intihar etme girişimi. Yemezsen küserim, annen olmam, seni sevmem ile başlayan hikaye, sevdiğine kızan gencin ‘dünya beni iyi hissettirmek zorunda, yoksa onları yok olmakla cezalandırırım, korkuturum’ şekline dönüyor.

 

Yeniden yakınlaşma alt evresi; en kritik dönem denebilir. 15- 24. Aylarda bebeklerin huysuz, ne istediğini bilmedikleri bir dönem gibidir. Hem kucakta olmak ister, kucağa alırsınız bunalır, inmek ister. ‘Ne istediğini kendi de bilmiyor’ der anneler. Kucağına alır, onu mu yapalım, yok, bunu mu istiyorsun, yok, ‘eeehhh yeter artık’ deyip bağıran nesne karşısında ya feryat ederek bağıran, pişman ettiren ya da korkup sinen bir bebek. Gençlikte ve yetişkinlikte ne beraber olabilen, ne de ayrı olabilen, ‘ne istediğimi ben de bilemiyorum’ diyen geçinemeyen kişiler olabiliyorlar. Sevdiği kendinden biraz farklı olsa bunu kendine saldırı, meydan okuma gibi algılayabiliyorlar. Sevdiği tamamen onunla vakit geçirsin, başka arkadaşları olmasın, hep onunla iletişimde olsun isterken ilişkilerini çıkmaza sokabiliyorlar. Aşkın ilk zamanlarında olan o devamlı birlikte olma isteği ve halinin normal olduğunu, 0-4 ay arasındaki bebeklik dönemimizin yansıması olduğunu önceki yazımda belirtmiştim. İnsan yaşamının evreleri gibi aşk ve ilişkinin de evreleri olduğunu bilmiyorsak veya bu gelişim evrelerinde bize sağlıklı davranılmadığı için kendilik ve nesne algımız hasarlıysa bilgi olarak ‘evet tamam’ deriz ama duygularımız bize acı verir. İlk zamanlardaki gibi değiliz, demek ki aşk sevgi bitti, diye çıkarımlara gidiyoruz. O yüzden sağlıklı nesnenin sabrı, sakinliği, dinginliği, bebeği işgal ve ihmal etmeyen tutumu son derece önemlidir. Nesnenin bu tavrını bebek alıp modeller, kopyalayıp kendi bünyesine alır. Kendi ikircikli, tutarsız halleri yavaş yavaş azalmaya başlar. Bakıcı nesne sağlıklı değilse bebeğin kendince farklı olma ve uzaklaşma çabaları, alıştırmaları ona ağır gelir. Anne (nesne) terk yaşamaya dayanamayan, kendi ile bebeği bir algılayan, onun başkasını sevmesini kıskanan, kendisi olmadan bebeğin bir şeyleri yapabilmesini hazmedemeyen bir yapıda ise bebeğin ruhsal gelişimi orada duracaktır. Nesne bebeğin iyiliği veya korunması adı altında bu işgali kendince masum ve zarasız görebilir. Oysa kendindeki eksik ve takılma sebebiyle bebeğini de o evrede kalmaya zorlamış oluyor. Bazı nesneler ( anne- bakıcı) bebeğin yapmasını istemedikleri bir şeyi yapmalarının ardından ‘hiç bana gelme, kendin yaptın ne halin varsa gör, ben sana yapma demiştim, ne zaman anneni dinlersen başına bu belalar gelmez, benim dediğime geldin mi sonunda’ diyerek veya bunu ima ederek narsisistik bir zevk alırlar. O bebek ise ömrü boyunca kendi başına karar vermekten, onaylanmama korkusu ile bir şeye başlamaktan, devam etmekten, kendi sorumluluklarını almaktan, kendi başına kalmaktan, kendi duygularını yatıştırabilme kapasitesinden mahrum devamlı bir başkasına muhtaç olarak yaşamak zorunda kalacaktır. Ya da kendi başına mücadele verip bir şeyleri halletse bile içten hep birilerine kırgın, sitem dolu, ilerlemesini bile başarı gibi görmeyen boşluk duyguları ile dolu bireyler olabiliyorlar. Bazı nesneler ise kendine odaklı olduğu için bebeği ihmal ederken, bebek başına ne gelirse baş etmek zorunda hisseden ve ilerde birilerine yük olma korkusunu aşırı yaşayan kişiler olabiliyorlar. Bu evrede biz sağlıklıysak bebeğimizin uzaklaşmasına, bize karşı çıkmasına, bizim istediğimiz gibi olmamasını kötü görmediğimiz için yeniden yakınlaştığında ona duygusal bir bedel ödetmememiz sağlıklı olmasına, birey olabilmesine yardımcı oluyor.

 
 

Bu dönemde bebek nesneye gölge gibi yapışabilir, annenin tuvalete gitmesi bile zordur, her an kucağında olmayı ve onunla ilgilenmesini isteyebilir. Anne tuvalete giderken hemen onu birine vermek ve yapışma isteklerini aşırı tatmin etmek yolunu benimserse, onu hiç ağlatmamak için her şey bebeğe göre şekillenirse, yine yetişkin olduğunda dış dünya ona annesi gibi davranmadığında aşırı tepkiler verebilen biri olacaktır. Dış dünya gerçekliği tahammül edebilme kapasitemizle yaşanabilir. Bebeğin öfkeli olması bazen nesneyi mutlu eder, bazen de ona aşırı tepkili olursa bebek ömür boyu davranışlarını hep alacağı tepkilere ve insanlara göre ayarlar. Bir şeyi doğru olmadığı için değil kızacaklarsa yapmama davranışı dış odaklıdır. Bir kuralı çiğnerken, yasadışı, ahlakdışı bir şey yaparken yakalanıp ceza alma riskine göre yapıp yapmama kararı alır. Oysa başkalarına ve kendine zararı olan durumlar için dürtü kontrolü gereken İÇ ODAKLI olma özelliği gelişememiştir. Kendine ait tutarlı bir kendilik gelişmez, nesneye dair de tutarlı bir algısı olmaz. Özgüven ve başkalarına güven konusunda bu evredeki nesne- bebek ilişkileri hayati önem taşır. Bağlanma stilleri olarak bunları daha detaylı olarak başka bir yazıda bulabilirsiniz.

 

Birey olmanın pekişmesi ve nesne sürekliliği alt evresinde; bebek nesnenin kendini şartsız sevdiğinden emin olmaya başlar. Çünkü sağlıklı nesne hem bebeğin yanındadır, hem ihtiyaç duyduğu anda onu destekliyor hem de onun kendi başına hareket etmesine imkan tanıyor, her davranışına kendince yön verip işgal etmeden refakat ediyordur. Zorla yedirmiyor, zorla giydirmiyor, zorla uyutmuyor, cezalandırma yerine davranışlarının kendisine ne getireceğini kendinin görmesine izin verirken ihmal etmeden büyük tehlikelere karşı koruyordur. Böyle olunca bebek kendini ve nesneyi ayrı iki insan olarak algılamaya, etrafı kendince keşfedecek kadar kendine güven hissetmeye başlıyor. Başına bir zorluk gelirse nesnenin onu yalnız bırakmayacağına, cezalandırmayacağına, zamanından önce yürümesi, bir şeyleri başarması için zorlanmayacağına inanarak dünya ve insanlara güven kapasitesi oluşuyor. Kendi başına bir şeye başlayabiliyor, sorumluluklarının farkına varabiliyor.

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Exit mobile version